İnsan Hakları Derneği, 6 Nisan 2013 tarihi
itibariyle Türkiye'deki cezaevlerinde tedavilerini cezaevi koşulları dışında
sürdürmesi gereken ağır hasta durumda 230 hasta mahpus olduğunu; bunlardan
108'inin durumunun acil kategoride olduğunu açıkladı. Bu arada ciddi hastalığı bulunan
ve tedavi edilmesi gerekli olan hasta mahpusların sayısı toplamda 411 kişi
olarak verilmiş (bkz., İHD tarafından yayınlanan basın açıklaması için tıklayın).
Konu Devletin
yaşam güvencesi altında bulunan tutuklu ve hükümlüler olunca, Türkiye'nin insan
hakları pratiğinin utanç verici sonuçlarıyla çok sık karşılaşıldığını
unutmamakta fayda var. Bu çerçevede, geçtiğimiz ay İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi’nin Gülay Çetin v. Türkiye (5 Mart 2013–[44084/10])
kararına ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Aşağıda, davaya ve karara ilişkin
özet bilgi ile kararın yorumunu bulabilirsiniz:
Dava ileri derecede kanser hastası
olmasına rağmen, önce tutuklu, daha sonra cinayetten mahkûm olmuş bir kişinin
cezaevinde tutulmasına ilişkindir.
Mahkeme, başvurucunun hem tutukluluk hem
de mahkûmiyetinden sonraki tutma koşullarının insanlıkdışı ve aşağılayıcı
muamele oluşturduğuna (3. madde) ve tutukluyken kendisi gibi ciddi hastalık
çeken mahkumlara uygulanan koruyucu tedbirlerin başvurucuya uygulanmamasının
kendisine karşı ayrımcılık (14. madde) anlamına geldiğine hükmetmiştir.
Mahkeme ayrıca, (kararlarının
bağlayıcılığı ve infazına ilişkin) 46. maddesi uyarınca Türk makamlarının ister
tutuklu, isterse kesinleşmiş mahkûmiyeti olsun tedavi edilemeyen hastalıktan
muzdarip mahpusların sağlığını korumak için tedbir alması tavsiyesinde
bulunmuştur.
Olgular
Başvurucu Türk vatandaşı Gülay Çetin, 22
Aralık 2006 tarihinde partnerini öldürdüğü şüphesiyle tutuklanmıştır. Bundan
kısa bir süre sonra, cezaevi doktorunu sürekli ziyaret etmesine yol açan bir
dizi sindirim sistemi ve hazım sorunu yaşamıştır. Doktor kendisine ülser
teşhisi koymuş ve bir dizi ilaç vermiştir.
19 Eylül 2008 tarihinde Antalya Ağır Ceza
Mahkemesi Gülay Çetin’in davasında esasa ilişkin hükmünü vermiş ve kasten adam
öldürmeden suçlu bularak 15 yıl hapis cezasına çarptırmıştır. Dava Yargıtay
tarafından 8 Ekim 2009 tarihinde bozularak esas mahkemesine iade edilmiştir.
Bayan Çetin o tarihten Yargıtay’ın hakkındaki kararı onadığı 16 Şubat 2011
tarihine kadar tutuklu kalmıştır.
Ancak, yargılamalar sırasında başvurucunun
tıbbi durumu kötüleşmiş ve hastanede bir dizi konsültasyonun ardından 13 Nisan
2009 tarihinde metastatik gastrik kanser teşhisi konulmuştur. Koşullarının
cezaevi düzenlemeleriyle uyuşmadığını düşündüğünden, Bayan Çetin tutukluluğunun
ertelenmesi ya da Cumhurbaşkanının affı için pek çok başarısız başvuruda
bulunmuştur: bütün başvuruları diğerlerinin yanında yargıçların cezasının
ağırlığı nedeniyle kaçmasından korkulduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Antalya
Ağır Ceza Mahkemesinin ikinci kararının kesinleşmesinden sonra durum değişmiş
ve salıverilmesini sağlamak üzere pek çok usuli adım atılmıştır. Bu adımlara,
Bayan Çetin’in cezasının cezaevinde tedavi edilmeye çalışılmasının yaşamını
tehlikeye attığı sonucuna varılan Antalya Devlet Hastanesi ve Adli Tıp
Kurumunda ayrı ayrı muayene edilmesi dahildir.
Bununla birlikte atılan adımlar çok
gecikildiği için yararlı olmamış ve bu konudaki işlemler tamamlanmadan 12
Temmuz 2011 tarihinde cezaevinden salıverilemeden hastalığı yüzünden ölmüştür.
Şikâyetler ve Mahkeme’nin
sonkararı
Bayan Gülay Çetin tarafından 3 Haziran
2010 tarihinde Avrupa Mahkemesi’ne başvurulmuştur. Ölümünden sonra, yakınları
davasını üstlenmişlerdir. Yakınları, Sözleşme'nin tek başına 2. (yaşam hakkı),
3. (insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele yasağı) maddeleri ile bu maddelerle
birlikte 14. (ayrımcılık yasağı) maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Sözleşme'nin 2. maddesiyle ilgili olarak, yakınları,
Bayan Çetin’in hastalığını yanlış teşhis eden cezaevi doktorlarının tıbbi
ihmalleri nedeniyle kanserinin ölümcül derecede ilerlemesinden sorumlu
tutulmaları gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Sözleşme'nin 3. maddesine ilişkin ise,
başvurucu tutukluyken Türk makamları tarafından salıverilmesinin, tutulmasının
ertelenmesinin ya da Cumhurbaşkanı tarafından affının fiziksel ve zihinsel
acılarını şiddetlendirdiğini ve bunun da insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele
oluşturduğunu ileri sürmüştür. Dahası,
tutuklu bulunduğu sürede ağır hastalığı olması halinde hükümlüler salıverildiği
ve kendisi hakkında aynı düzenlemelerin yapılmasına hakkı bulunmadığından
ayrımcılığa uğradığı iddia edilmiştir.
Mahkeme, 2.
maddeye ilişkin şikâyeti iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabuledilemez
bulmakla birlikte, 3. maddenin hem tek başına hem de 14. maddeyle birlikte
ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, ağır hastalık çeken mahpusların
salıverilmesine ilişkin Devletlere yüklenmiş açık bir yükümlülük bulunmamakla
birlikte, insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele yasağının, bu durumdaki
mahpusları insani bir tedbir olarak salıvermeye (tutulmasının ertelenmesine)
mecbur kıldığını not etmiştir. Yine de, Mahkeme’ye göre, ağır bir hastalığın
neden olduğu acı ve ızdırap, eğer Hükümetin sorumlu olduğu cezaevi koşulları
ızdırabı şiddetlendiriyor ve sağlık üzerinde yan etkileri oluyor ve mahpusların
yaşam beklentisini düşürüyorsa, 3. maddeye başvuruyu tetikler. Mahkeme’ye göre,
bu Bayan Çetin’in durumunda tam da böyle olduğu için, yargıçlar, hem
tutuklulukta hem de mahkûmiyetin kesinleşmesi sonrasında süre gelen tutma
koşullarının insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele oluşturduğunu tespit etmiştir.
Sözleşme’nin 3.
maddesiyle birlikte 14. maddesinin ihlaline gelince, Mahkeme, Bayan Çetin’in
davasında Hükümet ve yargıçların ağır hasta tutukluların sağlıklarını koruyucu
işlemleri uygulamayı reddedip sadece mahkûmlara uygulanmasına ilişkin olarak,
her iki kategori arasında ayrım yapmak için yeterli sebep bulunmadığı tespitinde
bulunmuştur.
Kararın yorumu
Bu kararı diğerlerinden ayıran süregelen
tutmanın insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele oluşturduğunu tespit etmesi
değildir. Bu kararda dikkat çekici olan, ağır hastalıklar bakımından mahkumlar
uygulanan koruyucu tedbirlere tutukluyken Gülay Çetin’in hakkı olmadığı için
ayrımcılığa uğradığının tespit edilmesidir.
Burada konu hakkında yeterli bilgi sahibi
olmayanlar için açıklamakta fayda var: özellikle bir maddi hakkın ihlaline
ilişkin olduğunda, bu hukuksuz davranışı
için devletler aleyhine ihlal kararı vermek için eskiden beri ayrımcılık
yasağına dayanma konusunda Avrupa Mahkemesi, meseleye son derece tereddütlü
olmuştur. Öte yandan, Mahkeme ne zaman ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine
hükmetse 14. maddede sayılan cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi ya da diğer
düşünce, ulusal, sosyal köken, bir azınlığa mensubiyet, mülkiyet, doğum ya da diğer
bir statüyle bağlantılı ayrımcılığın geleneksel biçimlerine dönüştürmüştür.
Mahkeme, 14. maddede sayılan ayrımcılık sebepleri sınırlı sayıda olmamasına
rağmen ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğini incelerken başka
sebeplere nadiren dayanmıştır.
Tutuklu ve hükümlüler arasında farklı
muamelenin hukukdışı ayrımcılık oluşturduğuna karar verirken, Mahkeme açıkça
başka bir yaklaşım benimsemiş ve farklı tutma biçimleri arasındaki ayrımı olası
bir ayrımcılık biçimi olarak eklemiştir. Bu yaklaşımın büyük olasılıkla
uygulamada önemli yankıları olması beklenebilir. Sonuç olarak, tutuklu ve hükümlüler arasında
bütünüyle eşit bir muamele konusunda istekli olmayan Sözleşmeci Devletlerin bu
farklı muamelenin zorunlu ve meşru olduğunu açıklamak zorunda kalmaya hazırlıklı
olmalarında yarar bulunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme