Mahkeme geçtiğimiz pazartesi günü (16/04/2012) Stalin döneminde 1940 yılında Polonya'nın Katyn adlı ormanlık bölgesinde gerçekleştirilen toplu katliama ilişkin mağdurların yakınlarının Rusya'ya karşı başvurularına (55508/07 ve 29520/09) ilişkin kararını verdi. Janowiec ve Diğerleri kararı bir çok yönden Mahkeme'nin daha önce verdiği Streletz, Kessler ve Krenz v. Almanya (34044/96, 35532/97 ve 44801/98), Kononov v. Letonya (36376/04) ve Polednova v. Çek Cumhuriyeti (2615/10) kararlarının izinden gidiyor ve bu içtihatları geliştiriyor. Janowiec ve Diğerlerini önceleyen kararlara ilişkin yorumlar için ilgilenenlerin Osman Doğru'nun Radikal Gazetesinde yakınlarda yayınlanan makalesini okumaları salık verilir. Bugün bu karara ilişkin yorumu konuk yazar olarak genç akademisyen arkadaşımız Hülya Dinçer'e bırakmak istiyorum. Aşağıda onun bu karara ilişkin yorumunu bulacaksınız.
![]() |
Janowiec kararında Mahkeme'nin, Rusya'yı 1940'da gerçekleştirilen
katliamı etkin soruşturma yükümlülüğünü yerine getirmemiş olması temelinde,
yaşam hakkının usuli güvencesinin ihlali nedeniyle mahkum etmediği görülüyor.
Mahkeme, ölümlerle ilgili cezai soruşturmaların önemli bölümünün Rusya'nın
Sözleşme'yi onaylamasından önce gerçekleştirildiği gerekçesiyle zaman
bakımından yetkisiz olduğuna karar verdi. Stalin'in emriyle yapılan katliamın
bir savaş suçu ve insanlığa karşı suç olması nedeniyle Sözleşme değerleriyle
bağdaşmadığını ve zaman aşımına uğramayacağını vurgulamakla birlikte Mahkeme,
"post-ratification" döneminde, yani Rusya'nın Sözleşme'ye taraf
olduğu 1998 tarihinden sonraki dönemde Sözleşme değerleriyle ölümler arasında
bir bağlantı kurulmasını sağlayacak ve Rusya'nın soruşturma yükümlülüğünü
"refresh" edecek nitelikte yeni bir delil unsurunun ortaya
çıkmadığına karar verdi.
Karardan anlaşıldığı üzere Polonyalı askerlerin infaz
kararını içeren yazışmalar 1992'de kamuoyuna açılmış ve Mahkeme bu tarihten
sonraki dönemde, özellikle de 1998'den sonra soruşturma yükümlülüğünü
yeniden canlandıracak, uzak geçmişle post-ratification dönemi arasında köprü
kurabilecek nitelikte yeni bir delilin, aydınlatıcı bilginin ortaya çıkmadığını
söylüyor.
Özetle Mahkeme yaşam hakkının usuli güvencelerinin ihlali iddiası
bakımından zaman yönünden yetkisizlik kararı verdi.
Fakat başvurucuların çoğunun askerlerin öldürüldüğü dönemde çocukluk
çağında olan yakınları olduğunu dikkate alan Mahkeme bu kişiler
bakımından, Rus yetkililerce olayın aydınlatılmasını sağlayacak
nitelikte etkili soruşturma yapılmamasından dolayı, kayıp yakınlarının
akıbetlerinden uzun süre haber alamamaları nedeniyle uzun ve belirsiz bir acıya
maruz kalmaları sonucunda insanlık dışı muameleye maruz kaldıkları sonucuna
vardı. Bu arada babaları kaybolduktan sonra doğan 5 başvurucu bakımından da
başvuruyu kabul edilemez buldu.
Yani ihlali 2. maddeden değil, sadece ölenlerin yakınlarının maruz kaldığı
acının insanlık dışı niteliği nedeniyle 3. maddeden verdi.
Mahkeme'nin kararını tersinden okursak; Dersim katliamını
düşündüğümüzde, Başbakanlık arşivlerinin açılmasıyla birlikte bir sürü yeni
bilginin ortaya çıktığı dikkate alınırsa, katliamla ilgili Erzincan, Tunceli ve
Hozat Savcılıklarının verdiği takipsizlik kararları karşısında İHAM'da, bu kez
yaşam hakkının ihlali açısından da, sonuç alma şansı yüksek görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme