
Buna göre, “Daire veya uygun olduğunda Daire Başkanı, taraflardan birinin veya
ilgili herhangi bir kişinin talebi üzerine ya da resen tarafların yararı veya
önündeki davanın gereği gibi görülebilmesi için alınması gerektiğini düşündüğü
geçici tedbirleri taraflara bildirebilir”.[4] Görüldüğü gibi, 39. maddenin metni Mahkeme’nin
süreci gerektiği şekilde yönetebilmesi için son derece belirsiz bir şekilde formüle
edilmiştir.
Sözleşme’de ihtiyati tedbir yargılamasına
ilişkin herhangi bir usul hükmü öngörülmemiş olmasının en belirgin sonucu,
beraberinde bu tür kararların bağlayıcılığı tartışmasını davet etmesidir.
Geçici tedbir kararlarının hukuki temeli, bağlayıcılığı ve uygulanması
Yukarıda belirtildiği gibi, geçici tedbir kararlarına ilişkin Sözleşme’de herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. İnsan Haklarının bütüncüllüğü ilkesiyle bağlantılı olarak Mahkeme’nin bu konudaki tavrı, uluslararası hukukta kabul edilen genel ilkelere ve diğer uluslararası yargı yerlerinin kararlarıyla paralellik göstermektedir.
Herhangi bir davada henüz karar verilmemişken
tarafların geri dönüşsüz zararlardan korunması fikri usuli hakkaniyet ilkesinden
kaynaklanır. Dava başladığında davanın esası bakımından hangi tarafın kazanacağı
belirsizdir. Usuli gereklilikler her iki taraf için de eşit derecede zorlayıcıdır
ve davayı tartışmak ve iddialarını ortaya koyabilmek için de eşit derecede fırsatlar
sunar. Sonuçta kazanırlarsa, teorik olarak bu kazanç onları hukuka aykırı
eylemden önceki pozisyonlarına yeniden döndürecektir. Buna karşın, dava
açılmadan önce ya da sürerken taraflardan biri, hakkının tazminini imkânsız ya
da yetersiz kılacak bir şekilde zarara uğrarsa, o taraf nihai karar elde etmede
başarı olasılığı bakımından dezavantajlı bir durumda olacaktır. İşte usuli
hakkaniyet anlamında eşitliğin sürdürülebilmesi, dezavantajlı tarafa geri
dönüşsüz zararını önlemek için geçici bir koruma ya da yardım sağlanmasını
gerektirir. Ancak, uluslararası insan hakları hukuku uygulaması bağlamında
sorun bu kadar basit değildir ve çözümü görece uzun bir zaman almıştır.
Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda geçici
tedbir kararlarının hukuki temelinin uluslararası gelenek hukukuna dayandığına
ilişkin genel bir kabul bulunmaktadır. Geçici tedbir talepleri bağlamında, İnter-Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesi hariç[5],
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ya da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi
ya da Devletlerarası uyuşmazlıkların çözüm mercii olan Uluslararası Adalet
Divanı gibi kendilerini kuran uluslararası sözleşmelerde açık bir hüküm
bulunmadığından, uluslararası mahkemelerin hükmettiği geçici tedbir
kararlarının tarafları bağlayıcılığı konusu, başlangıcından 2001 yılına kadar
hep belirsiz ve tartışmalı bir mesele olarak kalmıştır. Geçici tedbir
kararlarının bağlayıcı olduğu yönündeki ilk karar Uluslararası Adalet Divanı
(Divan) tarafından, 21 Haziran 2001 tarihli LaGrand
(Almanya Federal Cumhuriyeti v. Amerika Birleşik Devletleri) kararında verilmiştir.[6]
Bağlayıcılık tartışmasında, kendisinden sonra gelen bütün uluslararası yargı yerleri için bir model oluşturduğu söylenen Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün geçici tedbir kararını öngören 41. maddesinin, Divan’a tarafları bağlayıcı nitelikte karar verme yetkisi tanıyıp tanımadığının açık olmadığı, maddenin kaleme alınışındaki belirsizlik nedeniyle tartışma konusu olmuştur. Divan’ın da bu tartışmada ilk dönem içtihatlarında çekinik kaldığı görülmektedir. Söz konusu çekiniklik, geçici tedbirlerin uluslararası yargılama fonksiyonuna gelenekçi çevrelerin bakış açısını güçlü bir biçimde yansıtmaktadır. Gerçekten de geçici tedbirler geri dönüşsüz zararların önlenebilmesi için hızlı bir yargılama sürecini ve kamu makamlarının derhal hareket etmesini gerektirmektedir. Oysa uluslararası yargılamaların olağan usulü, çoğunlukla egemen devletler arasında iki taraflılık ve tarafların onayının gerekmesinden dolayı yavaş seyreder ve oldukça uzun bir süre alır. Ayrıca, bir uluslararası mahkeme geçici tedbire hükmettiğinde bunun ileride davanın esası hakkında bir yargı yetkisi yokluğu tartışmasına kolayca dönüşmesi olasılığı, yargı yerinin otorite ve saygınlığının altını oyma tehlikesini de beraberinde getirdiğinden, uluslararası yargı yerleri bu konuda uzun süre çok çekinik davranma gereği hissetmişlerdir.
Ancak, uluslararası insan hakları hukuku
alanında son otuz yılda kat edilen devasa yolun ciddi kavrayış ve anlayış
dönüşümlerine yol açmış olması; devletlerin bu tür kararlara karşı kayıtsız
tutumlarını da daha fazlasıyla tartışılır hale getirmiştir. Bu tartışmaya son
noktayı koyma onuru ise Uluslararası Adalet Divanı’na nasip olmuştur.
LaGrand davasında, Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası hukuktaki geri dönüşsüz zararın kapsamını Devlet haklarıyla sınırlamamış, aksine birey haklarını da buna eklemlemiştir. Anılan davada tartışılan konu bakımından özelleştirecek olursak, bir Devlet kendi uyruklarının diplomatik yönden korunmalarını talep etmek için uluslararası hukuk uyarınca bir hakka sahiptir. LaGrand kararında Adalet Divanı, Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerin salt taraf devletlere değil, ama aynı zamanda bireylerin kendisine de uygulanabilir haklar bahşettiği sonucuna ulaşmıştır. Sonuç olarak, insan yaşamı mevcut uluslararası ihtilafın amacının bir parçasını oluşturmaktadır. Bundan dolayı, uyruğunun hakları bağlamında geri dönüşsüz bir zararın önlenebilmesi için Almanya’nın hakkı olan geçici koruma verilmek zorundadır.[7]
Konsolosluk yardımı kendi başına bir insan
hakkı olmamasına rağmen, Divan, bu hakkı uluslararası düzeyde önemli bir birey
hakkı olan ölüm cezası davalarında adil yargılanma hakkına bir müdahale olarak
görmüştür.[8]
Ancak, kararın bütününe bakıldığında, Divan’ın geçici tedbir kararlarının, kişinin
yaşamı tehlikede olmasa bile davanın tarafları bakımından bağlayıcı olduğu
sonucuna Viyana Sözleşmeler Hukuku Sözleşmesi’nin yorum kurallarını uygulayarak
ulaşmıştır.
LeGrand
kararının İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihatlarına yansımasının görülmesini
beklemek için fazla beklemek gerekmemiştir. Mamatkulov
ve Askarov v. Türkiye kararı, bu bakımdan bir dönüm noktasıdır. Bu kararla
Mahkeme, LeGrand kararına da
göndermede bulunarak, geçici tedbir kararlarının bağlayıcılığı konusunda net
bir duruş sergilemiş; bu yöndeki kararlarının gereğini yerine getirmeyen Taraf
Devletlerin bireysel başvuru hakkını düzenleyen Sözleşme’nin 34. maddesini
ihlal etmiş olacaklarına karar vermiştir.[9]
Yeniden İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
uygulamasına dönersek, geçici tedbir kararı verilmesini gerektiren aciliyet
durumu, öncelikle Sözleşme’nin 2. (yaşam hakkı) ve 3. (işkence ve kötü muamele
yasağı) maddelerine ilişkin olarak ortaya çıkabilir.[10]
Ancak, aciliyet durumları anılan maddelerle sınırlı değildir ve Sözleşme’nin 6
ve 8. maddelerine ilişkin olarak çok istisnai de olsa geçici tedbir kararlarının
verilmişliği vardır.[11]
Başka bir deyişle, geçici tedbir kararı verilebilen durumlar sınırlı sayıda
değildir. Yine de hali hazırda geçici tedbir kararlarının ezici çoğunluğu,
Sözleşme’nin 2 ve 3. maddeleriyle bağlantılı olarak özellikle de başvurucunun
sınırdışı veya iade edilmesinin yukarıda anılan Sözleşme maddelerinin ihlaline
yol açacağının iddia edildiği davalara ilişkin verilmektedir. Ayrıca,
Strazburg’daki yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesinin tehlikeye
girmesi ihtimalinin bulunduğu durumlar da ivedi olarak harekete geçilmesini
gerektirebilir. Böylesi durumlarda İçtüzüğün 39, 40 ve 41. maddeleri birlikte
düşünülmeli ve Mahkeme’ye yöneltilecek talepler bu maddelerin ikisi ya da
üçünün birlikte uygulanması şeklinde kaleme alınmalıdır.
Geçici tedbir taleplerinin şekli
Başvurucuların geçici tedbir taleplerine ilişkin yazılı dilekçeleri için özel bir şekil öngörülmemiştir. Ancak talep metninin asgari bazı bilgileri içermesi tatmin edici bir karar elde edebilmek adına özellikle önemlidir. Aksi halde başvurucuların başarılı bir sonuç almaları imkânsız olacaktır.
Mahkeme’ye yapılacak herhangi bir talep
gerekçelendirilmelidir. Başvurucu, özellikle detaylı olarak 2 ya da 3. madde
ihlali korkusunun temelini ve risk iddialarının niteliğini belirtmelidir. Taleplerin
-özellikle ilgili ulusal mahkeme, yargı yeri ya da diğer kararların yanında
başvurucunun iddialarını kanıtlayacağı düşünülen diğer belgelerle birlikte-
gerekli bütün destekleyici belgeler eklenerek yapılması çok önemlidir.
Dava halen Mahkeme önünde bekliyorsa,
kendisine ayrılan başvuru numarası referans olarak verilmelidir. Başvurucu ya
da temsilcisi taleplerinde kendileriyle iletişime geçilebilecek bir telefon
numarası göstermelidir.
İade ya da sınırdışı edilme durumlarında,
gönderilmenin beklendiği tarih ve zaman, başvurucunun adresi ya da tutulma yeri
ve [ulusal makamların verdiği] resmi dosya numarası sağlanmalıdır. Mahkeme, söz
konusu ayrıntılardaki (gönderilme tarihi ve zamanı, adres v.b.) herhangi
değişiklik hakkında mümkün olur olmaz bilgilendirilmelidir.
Yine yazılı talebin ilk sayfasının başına,
“Rule 39. Urgent‒”
Contact person (iletişim kurulacak kişinin adı ve kontak detayları):..
Contact person (iletişim kurulacak kişinin adı ve kontak detayları):..
Sınırdışı ya da iade davalarında: Göndermenin
beklendiği (tarih, saat ve varış yeri): …
Tedbir taleplerinin doğru zamanda sunulması
Geçici tedbir talepleri, Mahkeme’ye ve Yazı
İşleri Müdürlüğünün meseleyi inceleyebilmesi için yeterince zaman tanımak
üzere, normal olarak iç hukukta nihai kararın verilmesinden hemen sonra
gönderilmelidir.
Başvurucular ve temsilcilerinin talepleri,
eğer talebe konu kaçınılan sonucu kötü niyetli olarak geciktirme taktiği olarak
ilk bakışta değerlendirilmemişse, öncelikli olarak Mahkeme tarafından ele
alınacaktır. Ancak, bu incelemenin istenilen hızla sonuçlandırılabilmesi için
başvurucuya düşen sorumluluklar vardır. Örneğin, son anda gönderilen
taleplerin, özellikle çok sayıda belge ile desteklenmişlerse, zamanında ve gereği
gibi incelenemeyebileceğinin farkında olunmalıdır. Bu nedenle, özellikle
sınırdışı ya da iade davalarında kesin bir ulusal merci kararı yakınsa ve bu
kararın derhal infazı tehlikesi varsa, başvurucular ve temsilcileri geçici
tedbir taleplerini bu kararı beklemeden, açık bir şekilde kararın alınacağı
tarihi ve olumsuz olan kesinleşmiş ulusal karara tabi talebi göstererek
sunmalıdırlar.
Öte yandan, Mahkeme’nin ve dolayısıyla Yazı
İşleri Müdürlüğü’nün tatilde olduğu günler hakkında bilgi sahibi olunması da
önemlidir. Yılın hangi günlerinin Mahkeme bakımından tatil olduğu her yılın ilk
ayında Mahkeme’nin internet sitesinde güncellenmektedir.[14]
Taleplerin resmi tatil olan günlerde ya da hafta sonunda yapılması halinde
tatili izleyen ilk iş günü değerlendirmeye alınacağı ve belki de tedbir için
geç kalınmış olacağından taleplerin tatil öncesinde sunulmasında da yarar
bulunmaktadır.
Geçici tedbir talepleri, talepte bulunanın
durumunun ivediliğine uygun olarak Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü’nün salt
geçici tedbir taleplerine özgülediği bir faks numarasından faks yoluyla
gönderilecektir. Bu faks numarası: +33 (0)3 88 41 39 00 olarak ilan edilmiştir.
Söz konusu talepler faks yoluyla gerçekleştirildikten sonra, talep aslının
destekleyici belgeleriyle birlikte aynı gün ya da en geç ertesi iş günü içinde
iadeli taahhütlü posta yoluyla Yazı İşleri Müdürlüğüne ayrıca gönderilmesinde
yarar bulunmaktadır. Bununla birlikte olanağı olanlar için söz konusu
taleplerin doğrudan Yazı İşleri Müdürlüğü’ne teslim edilmesinde de herhangi bir
engel bulunmamaktadır.
Geçici tedbir talepleri, yukarıda belirtilen
resmi ve hafta sonu tatilleri haricinde yani Pazartesi – Cuma günleri arasında
Fransa saatiyle sabah 08.00 ile akşamüstü saat 16.30 saatleri arasında
yapıldığı takdirde aynı gün işleme alınacaktır. Aksi halde ertesi iş günü
yapılmış sayılacaklardır. Fransa ile Türkiye arasında 1 saat fark bulunduğundan
Türkiye’den yapılacak taleplerin Türkiye saatiyle 09.00 – 17.30 saatleri
arasında yapılması gerekli ve yeterlidir.
Geçici tedbir kararları genellikle davalı Devlete
yöneltilir. Bununla birlikte Mahkeme’nin geçici tedbir kararını başvurucuya
yönelik olarak verdiği durumlar da vardır.[15]
Geçici tedbir taleplerini ele alırken:
(a) telafisi olanaksız çok ciddi nitelikte bir
tehdit olup olmadığı;
(b) zarar
tehdidinin yakın ve giderilemez olup olmadığı; ve
(c) ilk bakışta (prima facie) tartışılabilir bir
davanın bulunup bulunmadığı yönlerinden Mahkeme, talebin içeriğini üçlü bir
denetime tabi tutmaktadır.
Bu türden bir denetimi geçebilecek nitelikteki başvurular,
genellikle başvurucunun işkence ya da öldürülme tehlikesinin bulunduğu bir
ülkeye sınırdışı ya da iade edilme tehdidi olduğunda uygulanmaktadır. Örneğin, Jabari v. Türkiye kararında[16],
İran’da zina suçundan kovuşturmaya uğrayan başvurucunun cezasının recm (taşlanarak
öldürülme) olması nedeniyle ya da D. v.
Birleşik Krallık kararında[17],
ileri aşamada AİDS hastası olan başvurucunun tedavisini sürdürme olanağının
bulunmadığı ve dolayısıyla herhangi bir yaşam beklentisinin olamayacağı
ülkesine sınırdışı edilme tehlikesi nedeniyle Mahkeme tarafından esas hakkında
bir karar verinceye kadar başvurucunun sınırdışı edilmemesi yönünde geçici
tedbir kararları verilmiştir.
Mahkeme ayrıca istisnai durumlarda, sağlık durumları riskli
mahpuslara ilişkin geçici tedbir kararları da verebilmektedir.[18]
[1]
Mahkeme, daha ilk yıllarından itibaren
Sözleşme’nin 2 ve 3. maddeleri uyarınca çok sayıda geçici tedbir kararı
vermiştir. Mahkeme’nin resmi istatistiklerinin tutulmaya başladığı 1 Ocak 1974
tarihinden 1 Ocak 2011 tarihine kadar Mahkeme, 3.647 adet geçici tedbir kararı
vermiştir. Bunlardan 522’si 2000-2007 tarihleri arasında verilmiştir. 2008-2010
arasındaki iki yıllık dönemde ise bu sayı 2.841 olmuştur. Sözleşme’nin 2 ve 3.
maddesiyle bağlantılı olarak verdiği geçici tedbir kararları arasında en
bilinenleri, 7 Temmuz 1989 tarihli Soering
v. Birleşik Krallık kararı, (Başvuru No.14038/88), §4; 20 Mart 1991 tarihli Cruz Varas ve Diğerleri v. İsveç kararı,
(Başvuru No.15576/89), §§52-56
ve 4 Şubat 2005 tarihli Mamatkulov ve
Askarov v. Türkiye kararı, (Başvuru Numaraları. 46827/99 ve 46951/99), §24.
[2]
Cezaevinde falaka gördüğü şikayetinde
bulunan başvurucunun iddialarını delillendirebilmek adına hareketsiz kalan
ulusal mercilere ilişkin olarak, başvurucunun falaka izlerinin sintigrafi
çekilerek delillendirilmesi yönündeki Mahkeme’nin geçici tedbir kararı için
bkz., 31 Temmuz 2007 tarihli Diri v.
Türkiye kararı (Başvuru No. 68351/01), §§ 4 vd; başvurucunun
Strazburg’da bir avukatla temsil edilebilmesini sağlayacak yetki belgesini alabilmesi
ve avukatına erişiminin sağlanabilmesi için Türk Hükümetinden gerekli
tedbirleri alması istenmiştir, bkz., 13 Temmuz 2010 tarihli D.B. v. Türkiye kararı, (Başvuru
No. 33526/08), §§66-67.
[3]
İlk verilen geçici tedbir kararları
için bkz., İnsan Hakları Avrupa Komisyonu’nun 26 Eylül 1958 tarihli raporu, Yunanistan v. Birleşik Krallık,
(Başvuru no. 176/56); 19 Aralık 1969 tarihli X v. Almanya Federal Cumhuriyeti davasında Komisyon raporu,
(Başvuru no. 2396/65), Yearbook 13; 5 Kasım 1969 tarihli Danimarka, Norveç, İsveç ve Hollanda v. Yunanistan davasına
ilişkin Komisyon raporu, (Başvuru numaraları. 3321/67, 3322/67, 3323/67 ve
3344/67), Yearbook 12; 4 October 1976 tarihli Danimarka, Norveç ve İsveç v. Yunanistan davasına ilişkin
Komisyon raporu, (Başvuru no. 4448/70), Decisions and Reports (DR) 6; ve 13 Aralık
1971 tarihli E.R. v. Almanya Federal
Cumhuriyeti kabuledilebilirlik kararı, (Başvuru no. 5207/71),
Commission decision of, Collection of Decisions 39.
[4]
Bkz., İçtüzük 39§1.
[5]
İnter-Amerikan İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 63§2.
maddesi, İnter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi’ne açıkça sınırdışı, iade,
sınırdışı ya da infaz durumunda geçici tedbir kararı alma yetkisi vermektedir.
Bununla birlikte, İnter-Amerikan Sözleşmesi İnter-Amerikan İnsan Hakları Komisyonu’na
bu yetkiyi tanımamıştır.
[6]
Kararın İngilizce ve Fransızca
bilingual metni için bkz.ICJ, 21 Haziran 2001 tarihli LaGrand (Almanya v.
Birleşik Devletler) kararı, 2001, §§48-117.
İnternet: http://www.icj-cij.org/docket/files/104/7736.pdf
.
[7]
Gerçekten de birey için ölümden daha
geri dönüşsüz bir zarar düşünülemez. LaGrand davasın, Divan’ın tartıştığı
hukuki mesele ABD’de ölüm cezasına çarptırılan Alman vatandaşı iki kardeşin
1982-1992 yılları arasında vuku bulan yargılama sürecinde Konsolosluk İlişkileri Viyana Sözleşmesi hükümlerine aykırı olarak
Alman diplomatik misyonuna durumları hakkında herhangi bir haber verilmeden
gerçekleşmesinden çıkmıştır. Kardeşlerden Karl LaGrand’ın infazı zehirli iğne
ile Almanya’nın yoğun çabalarına karşın 1999 yılı başında gerçekleştirilmiştir.
Diğer kardeş Walter LaGrand’ın infazının gerçekleşeceği 2 Mart 1999 tarihinden
bir gün önce Almanya Divan’da dava açmış ve infazın durdurulması için geçici
tedbir talep etmiştir. Divan, geçici tedbir olarak Walter LaGrand’ın infazının
durdurulmasını ABD makamlarından istemiştir. ABD Adalet Bakanlığı’nın Divan’ın
geçici tedbir kararlarının bağlayıcı olmadığı ve mahkûma yargısal bir koruma
sağlayamayacağı yönündeki görüşü üzerine ertesi gün gaz odasında infaz
gerçekleştirilmiştir. Sonuç olarak, ABD Hükümeti Divan’ın geçici tedbir
kararını bağlayıcılığı bulunmadığı gerekçesiyle uygulamamayı seçmiştir. Bkz.,
Uluslararası Adalet Divanı’nın 21 Haziran 2001 tarihli LaGrand (Almanya v. Amerika Birleşik Devletleri) kararı, §§13-34.
[8]
Bkz., yukarıda anılan LaGrand Kararı, §63. Bu bakımdan Divan,
kişinin yargılandığı davanın ölüm cezasını gerektiren bir suçla ilgili olması
ile ABD’nin ihlal ettiği hak arasında açık bir bağ kurmuştur.
[9]
Bkz., yukarıda bir önceki bölümün 73
numaralı dipnotunda anılan Mamatkulov ve Askarov Büyük Daire kararı, §§ 92 –
129.
[10] Bkz., 7 Temmuz 1989 tarihli Soering v. Birleşik Krallık
kararı (Başvuru No. 14038/88), §§ 4 ve 24/2; 7 Haziran 1990 tarihli Cruz Varas ve Diğerleri v. İsveç,
(Başvuru No. 15576/89), (Komisyon Raporu), §§ 106 vd. . Ayrıca bkz., Mamatkulov ve Askarov v. Türkiye
[BD] kararı, §24.
[11]
Örnek olması bakımından bkz.,
kanserleşen bir tümör nedeniyle yumurtalıkları alınan başvurucunun dondurulmuş
embriyosunun korunmasına eşi onay vermemiştir. Bu durumda embriyonun yok
edilmesi öngörüldüğünden geri dönüşsüz zarar meydana gelme ihtimaline binaen
geçici tedbir kararı verilen 10 Nisan 2007 tarihli Evans v. Birleşik Krallık kararı [BD], (Başvuru No.
6339/05), §5. Aynı
şekilde 6. maddeye ilişkin tedbir kararı için bkz., 12 Mayıs 2005 tarihli Öcalan v. Türkiye kararı [BD],
(Başvuru No.46221/99), §5;
22 Kasım 2002 tarihli Bilasi-Ashri v.
Avusturya kayıttan düşme kararı, Başvuru No.3314/02. Strazburg
yargılaması sırasında başvurucunun öldürülmesi doğrudan Mahkeme’nin bir tedbir
kararına neden olmuş ve diğer başvurucunun başvuru hakkını etkili bir şekilde
kullanabilmesi için gerekli her türlü tedbiri alması yönünde Mahkeme tarafından
davalı Hükümete tedbir kararı uygulanmıştır, bkz., 21 Haziran 2007 tarihli Bitiyeva ve X v. Rusya kararı,
(Başvuru Numaraları: 57953/00 ve 37392/03), §63.
Bir başka davada, başvurucu ulusal medeni hukuk uyarınca fiil ehliyetini
bütünüyle kaybettiğinden Sözleşme’nin 41. maddesi uyarınca tazminat taleplerini
sunabilmesi için davalı Devletten başvurucuya bir avukat ataması tedbir olarak
istenmiştir, bkz., 17 Temmuz 2008 tarihli X.
v. Hırvatistan kararı, (Başvuru No.11223/04), §61.
[12]
Mahkeme Başkanı tarafından 16 Ekim 2009
tarihinde yayınlanan, “Geçici Tedbir Talepleri” başlıklı Uygulama Yönergesi.
[13]
Geçici tedbir talebi örneği için bkz.,
Ek….
[15]
Bkz., 8 Temmuz 2004 tarihli Ilaşcu ve Diğerleri v. Rusya ve Moldova
kararı, (Başvuru No.48787/99), §11.
[16]
Bkz., 11 Temmuz 2000 tarihli Jabari v. Türkiye kararı,
(Başvuru No.40035/98), §6.
[17]
Bkz., 2 Mayıs 1997 tarihli D. v. Birleşik Krallık kararı,
(Başvuru No.30240/96, §3
son.
[18]
Bkz., Komisyon’un 3 Aralık 1986 tarihli Patane v. İtalya kararı, (Başvuru
No.11488/85); 20 Ekim 1997 tarihli Ilijkov v. Bulgaristan kararı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme